İslam felsefesi genel özellikleri ile beraber felsefe midir yoksa kelam mıdır tartışması yıllardır devam eden ve halen de bazı çevrelerde sık sık gündeme getirmeye çalışılan meselelerden biridir.
İslam felsefesinin felsefe sayılmadığını savunanlar genellikle farklı argümanlar ile bu düşünce geleneğinin felsefe sayılmadığını savunur. Ancak söz konusu argümanlara verilen tarihi ve felsefi yanıtlar bu yaklaşımı benimseyen akımların daha karmaşık yollara başvurmasına yol açmıştır.
Ayrıca Okumanızı Tavsiye Ederiz: İslam Felsefesi: Düşünce semasında bir yolculuk
Bu yöntemlerden biri de İslam felsefesi yerine “Arap felsefesi” ifadesini kullanarak bu derin ve geniş çaplı düşünce geleneğini bir ırk ile kısıtlayarak farklı politik-etnik hedefleri takip etmenin yanı sıra ortaya koydukları yeni tanım ile de “Arap felsefesi”nin derin bir düşünce birikimine sahip olmadığını öne sürerek önemsenecek bir yanı olmadığı sonucuna varılır.
Kısacası söz konusu yaklaşım tarzında İslam dünyasının düşünce özellikle de felsefi düşünce yönüyle önemsenecek bir tarafı olmadığı sonucuna varılarak felsefenin batıda başladığı, batıda devam ettiği ve batının günümüzde de felsefenin tek mirasçısı olduğu “propagandası” yürütülür.
Bu yazının devamında daha somut bir şekilde oryantalistlerin öne sürdüğü bu yaklaşımın argümanlarını gözden geçirerek çelişkilerini ortaya çıkarmanın yanı sıra bu tarz yaklaşımların bilimsel yönünün zayıf olduğunu ve daha çok ideolojik temellere bina edildiğini anlatacağız.
İlk Defa Batıda İslam Felsefesi Yerine Arap Felsefesi İfadesi Kullanıldı
Emile Brehier Hristiyan felsefesinin “üçgen bir daire” ifadesi kadar çelişkili olduğunu savunarak Hristiyan felsefesi olarak adlandırılan düşünce akımının ancak bir kelam geleneği olarak kabul edilebileceğini söyler.
Öte yandan ilk etapta felsefe çalışmalarını modern felsefeden başlayarak daha sonra "Orta Çağ Felsefesi”ne odaklanarak bu alanda uzman bir isim haline gelmiş Fransız felsefeci ve felsefe tarihçisi Etienne Henri Gilson Hristiyan felsefesinin asil bir felsefe geleneği olduğunu savunur.
Hristiyan felsefesinin felsefe olmadığı görüşüne son derece karşı olan Etienne Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu adlı eseri başta olmak üzere kaleme aldığı birçok farklı eserde Ortaçağ’da dünyaya ayak basmış Hristiyan felsefesinin felsefe olduğuna dair birçok farklı argüman sunarak bu felsefenin kendine özgü derin özellikler ve etkilere sahip olduğunu savunur.
Etienne Gilson Hristiyan felsefesinin Hristiyanlık inancında temel alınan vahyin felsefenin çekirdeği sayılan metafiziğin (ilk felsefenin) gelişiminde oldukça önemli bir katkıda bulunduğunu savunur.
Hristiyan felsefesinin kelamdan tamamen farklı bir gelenek olarak felsefe tarihinde derin izler bırakmış ve bir nevi modern felsefenin beşiği sayılan asil bir düşünce ekolü olduğunu kanıtlamak için yoğun çabalar sarf eden Etienne Gilson İslam felsefesi hakkında çok farklı bir yaklaşım sergileyerek Farabi, İbn-i Sina, Sühreverdi ve Molla Sadra gibi İslam dünyasının önemli isimlerinin filozof olup olmadıkları konusunda kararsız olduğunu, bu konuda daha çok araştırma yapılması gerektiğini savunur.
Etienne Gilson Ortaçağ Felsefesinin Ruhu adlı kitabında “İbn-i Rüşd’ün düşüncesinin dini-İslami yanı zayıftır ve İbn-i Sina için ise bu durumu incelemek gerekir.” ifadesini kullanır. Gilson’un bu yaklaşımı onun bu alanda gerekli araştırmaları yapmaksızın İslam felsefesinin felsefe olmadığını kabul etmeye daha yatkın olduğu şeklinde yorumlanmıştır.
Öte yandan Gilson’un İslam felsefesi başlıklı çalışmalarında “Arap felsefesi” ifadesini kullanarak dolaylı olarak kendini İslam felsefesi diye bir düşünce ekolünün olmadığı yaklaşıma daha yakın gördüğünü bildirmiştir.
Onlar Konuya İdeolojik Yaklaşıyor | Oryantalizmin Etkisi Büyük
İranlı filozof ve felsefe tarihi uzmanı Prof. Dr. Rıza Daveri Erdekani, Etienne Gilson’un İslam felsefesine dair bu yaklaşımı hakkında şu ifadeleri kaleme almıştır:
“Zorunluluk, neden ve nedenli, akil ve makul ve buna benzer birçok konu Etienne Gilson’a göre Hristiyan felsefesinin en temel konuları arasında yer alır. Bu meselelerin tümü İslam felsefesinde de bulunmaktadır. Bunun da ötesinde Ortaçağ Hristiyan filozofları bu meselelerdeki birçok önemli tartışmayı ve çözüm yollarını İslam filozoflarından öğrenmiştir. Thomas Aquinas’ın öğretmeni Albertus Magnus Paris’te İbn-i Sina’nın felsefe kitabı olan Şifa kitabını ders kitabı olarak öğretirdi.”
“Dönemin Avrupası’nda oryantalist ruhu öyle hakimdi ki Gilson gibi bir ismin bile özgür düşünmesini engelliyordu. Oryantalist yaklaşımların etkisinde kalmanın yanı sıra Etienne Gilson’un bu hatayı yapmasının sebepleri arasında onun İslam felsefesi ve İslam tarihini çok iyi çalışmış olmaması da yer alır. Bazı yanlış karşılaştırmalar ve varsayımlar onun böylesi büyük bir hataya imza atmasına yol açmıştır.”
Rıza Daveri Erdekani yeni döneme kadar hiçbir kaynakta İslam felsefesine, Arap felsefesi adı verilmediğini belirterek “Avrupalılar İslam dünyasına oryantalist bir bakış açısıyla bakmadığı sürece bu ifade (Arap felsefesi) kimsenin aklına gelmemişti. Tarih boyunca filozoflar ve tarihçiler bu düşünce akımına İslam felsefesi ve Müslüman filozoflar tabirleriyle değinmiştir.” ifadelerine yer verir.
İslam Felsefesi’ne Karşı Bu Hamlenin Arkasında Irkçı Bir Yaklaşım Var
İlk defa Alman felsefe tarihçisi Tenneman 19. yüzyılın başlarında kaleme aldığı bir kitapta “İslam felsefesi” veya “Arap felsefesi” isimlerini ele almaksızın İslam dünyasının felsefi anlayıştan ve felsefe düşüncesinden yoksun olduğunu iddia ederek Arapların ırk olarak felsefi düşünce açısından yeteneksiz olduğu gibi kabul edilemez bir iddiayı ortaya koyarak İslam dünyasında düşünce geleneğini hedef aldı.
Tenneman modern dönemin ilk batılı felsefe tarihçilerinden biri olarak İslam dünyasındaki düşünce geleneğine dair bu ideolojik yorumlarıyla gelecekteki felsefe tarihçilerine de yön vermiş oldu.
Tenneman’dan sonra Fransız filozof Ernest Renan belki de ilk defa “Arap felsefesi” ifadesini kullandı. Renan bu ifadeyi kullanmakta en çok Arapça dilini baz aldığını belirtse de kitaplarında Tenneman’ın yaklaşımlarına yakın ırkçı yorumlarda bulunmuştur.
Ari ırkının üstün olduğunu söyleyen Renan Arapların da dahil olduğu Sami ırkı hakkında aşağılayıcı ifadelere yer vermiştir.
Bilimsel yaklaşımlar ile yakından uzaktan bir ilgisi olmayan Tenneman’ın görüşlerine yakın bir yaklaşıma sahip Ernest Renan ilk etapta İslam felsefesini, Arap felsefesi adını koyduğu felsefeden ayrı olduğunu belirtir.
Renan ikinci adımda İslam dünyasındaki kelam akımlarını felsefe olduğunu ve İslam dünyasının gerçek felsefesinin kelam olduğunu öne sürerek İslam dünyasının düşünce tarihinden parçalanmış bir tablo çizer.
İranlı filozof Rıza Daveri Erdekani Rennan’ın söz konusu ırkçı yaklaşımını eleştirerek Arap felsefesi isminin Arapları yüceltmeyi hedefleyen bir isim olarak değil, aksine Araplara karşı aşağılayıcı ırkçı yaklaşımlara sahip kişilerce ortaya atılan bir isim olduğunu söyler. Erdekani “Arap felsefesi” adının akabinde İslam dünyası, doğu tarihi ve Araplara karşı birtakım ideolojik yaklaşımların olduğunu ifade eder.
Rıza Daveri Erdekani “Biz ve İslam Felsefesi Tarihi” isimli kitabında bu tarz yaklaşımların bilim ve bilginin ruhuyla çeliştiğini belirterek bu yaklaşımlarda ön plana çıkarılan argümanların çelişik olduğunu savunur.
Ernest Renan İslam dünyasındaki felsefi eserlerin Arapça yazılmış olmasını delil göstererek “Arap felsefesi “isminin İslam dünyasındaki felsefi düşünce akımları için kullanılması gerektiğini savunur.
Tenneman, Renan ve Gilson’un farklı düzeylerde benimsemiş olduğu oryantalist yaklaşıma karşı çıkan önemli isimlerden biri de Fransız felsefeci ve felsefe tarihi araştırmacısı Henry Corbin’dir.
Henry Corbin, Öğretmeni Gilson’a Karşı Çıkarak İslam Felsefesi’ni Savundu
Sorbonne üniversitesinde Ortaçağ Felsefesi dersini Etienne Gilson’dan alan Henry Corbin hocasının görüşlerine karşı çıkar. İslam filozoflarından Şihabüddin Sühreverdi’ye yoğun bir ilgi gösteren Corbin İran ve Türkiye’ye ziyaretler düzenleyerek profesyonel akademik çalışmalarını İslam felsefesi tarihi alanında da ilerletmiştir.
Ayrıca Okumanızı Tavsiye Ederiz: Sühreverdi: İşrak Felsefesinin Kurucusu
Corbin öğretmeni Gilson’un aksine “Arap felsefesi” isminin tamamen yanlış bir tabir olduğunun altını çizerek İslam felsefesi tarihi kitabının başında şu ifadeleri kullanmıştır:
“Biz ‘İslam felsefesi’nden söz etmekteyiz; Oysa ki yeni dönemden itibaren genellikle ‘İslam Felsefesi’ yerine ‘Arap felsefesi’nden söz ediyorlar.”
“İslam bir din olarak ırksal bir anlama sahip değildir. İslam ifadesini bir ırk veya bir ulusa kısıtlamak mümkün olamaz. Evet bazıları ‘Arap felsefesi’nden kasıtlarının Arapça yazılmış felsefe olduğunu söylüyor. Bu felsefeyi sırf Arapça yazıldığı için ‘Arap Felsefesi’ olarak nitelendiren tanımı kabul edersek bütün eserlerini Farsça yazdıklarını göz önünde bulundurarak Nasır Hüsrev ve Nasirüddin Tusî’nin öğrencisi Efdalüddin-i Kaşani gibi filozofları hangi kategoride ele alabiliriz? İbn-i Sina, Sühreverdi, Mirdamad ve diğer filozofların da bazı eserlerini Arapça ve bazı eserlerini ise Farsça yazdıklarını bildiğimiz halde onları hangi kategoriye yerleştirmek gerekiyor? Decartes, Spinoza, Kant ve Hegel gibi batılı filozofların bazı eserlerini Latince yazmaları onlara Latin filozofu dememize bir sebep olmadığı gibi eserlerini İslam dünyasını vahiy ve ilim dili sayılan Arapçaya yazan filozofların felsefesine de Arap felsefesi denilemez.”
Rıza Daveri Erdekani’ye göre İslam felsefesi yerine Arap felsefesi ifadesini kullanan isimler genellikle oryantalist yaklaşımların etkisinde ve bazı ideolojik varsayımlarla yola çıkarak bu hatayı işliyor.
İslam felsefesi ve İslam tarihini daha iyi okuyup bu alanda farkındalık kazanmak söz konusu derin düşünce mirasını yanlış yargılara karşı kolaylıkla savunmamıza yardımcı olacaktır.
yorumunuz