Bu yıl ise farklı olarak koronavirüsü salgınının yayılması nedeniyle Ferîdüddin Attâr Ulusal Günü nedeniyle 14 Nisan'a kadar süren 3 gece boyunca Attar bilimciler ile edebiyatçı ve sanatçılar, kültür ve bilimsel programlar gerçekleştirmektedir.
Mutasavvıf, şair, hekim ve eczacı (D. 1120, Nişabur - Ö. 1229, Şadbah). Tam adı Feridüddin Muhammed b. İbrahim’dir. Feridüddin Ebû Hamid Muhammed olarak da bilinir. Attar'ın yaşamı hakkında bilgiler çok azdır. “Attar” adı, ilâç, esans, parfüm satan babasından dolayıdır. Tasavvufta ise “attar” sözcüğü, “ünlü mutasavvıf” anlamına gelmektedir. Feridüddin-i Attar, ortaçağda yaşamış olan biridir. 1119 yılında doğduğu ve 1230 yılında da 110 yaşındayken öldürülmüş olduğunu savunanlar da vardır.
Döneminin en büyük şairlerinden ve din bilginlerinden sayılan Ferîdüddin-i Attar, zühd (dünya nimetlerine yüz çevirme) ve takvâ (Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınma) sahibi bir insandı. Küçüklüğünde Şadbah kasabasında bir yandan babasının yanında attarlık mesleğini öğrenirken, bir yandan da Kutbüddin Haydar adlı din büyüğü bilgininin sohbetlerine devam ediyordu. Babasının ölümü üzerine onun yerine geçerek, attarlık mesleğini bir süre daha sürdürdü. Bu işle uğraşırken, bir yandan da değerli dinî kitapları, velilerin hayatlarını ve menkıbelerini okuyordu. Cengiz’in istilâsında bir Moğol askerinin eline esir düşerek şehid edildiği biliniyor. Şadbah kasabasında toprağa verilmiş olan Feridüddin Attar’ın mezarı ziyaretgâh haline gelmiştir.
Bütün ömrünü takva sahibi olmaya ve edebî eserlere çalışmakla geçirmiş olan Atar, Otuzdan fazla eser yazmış, bir de kısa şiirlerden oluşan “Divan” bırakmıştır. Manzum yapıtları 45 bin beyit tutmaktadır.
Mısır, Suriye, Arabistan, Hindistan ve Orta Asya’yı gezdikten sonra İran’ın kuzey doğusunda, doğduğu kent olan Nişabur’a yerleşti. Burada uzun yıllar ünlü mutasavvıfların şiirlerini ve özdeyişlerini toplamakla uğraştı. Mutasavvıflardan Kutbüddin Haydar’a olan bağlılığı, dînini öğrenme istek ve arzusu dayanılmaz bir duruma aldığında, attârlığı bıraktı ve dükkânında bulunan malları da sadaka olarak dağıttı. Bundan sonra, Rükneddîn-i Ekaf adında büyük bir din büyüğünün dergâhına giderek, onun öğrencilerinden oldu.
Attar’ın olduğu söylenen edebi eserlerin birçoğunun gerçekte onun kaleminden çıkıp çıkmadığı konusu ile yaşamına ve ölümüne ilişkin ayrıntılar üzerinde bilim adamları arasında büyük görüş ayrılıkları vardır. Atar, İran’da Sünni inançlara bağlı bir yönetimin egemen olduğu dönemde, “Mazharü’l Acaib” adlı kitabıyla Şiiliğe eğilimli olduğunu açığa vurunca, Semerkandî adındaki bir müftü tarafından kitabı yakılmış ve Attar’ın evi yağma edilmişti. Bu olay üzerine Attar, Mekke’ya kaçmak zorunda kaldı ve son yapıtı “Lisanü’l Gayb”ı orada yazdı. Orada öldüğü de rivayet edilir.
Attar aslında düşünceleri, edebi temaları ve üslubuyla yalnızca Fars edebiyatını değil, öteki İslâm edebiyatlarını da etkilemiştir.
Bir ara hacca giden Feridüddin Attâr, yolculuk sırasında tasavvuf ehli ve âriflerden (bilgili kişiler) birçok insanla görüştü. Bundan sonra tasavvufî kitapları okumaya başladı, nasihat, tasavvuf ve hakikate ait şiirlerle ilgilenmeye başladı. Bir sohbet sırasında amel yaparken riyanın, korkunç bir âfet olduğunu, Allah’ın rızasına uygun olmayan işlerin, uygulamalarının boş şeyler olduğunu söyledikten sonra şöyle bir menkıbe anlattı:
Attar, “Mantıku’t Tayr” adlı kitabı eserlerinin en önemlisidir. Asıl konusu Gazalî’nin bir mesnevisinin oluşturduğu yapıtta; kuşların, yani mutasavvıfların, kendilerine kral, yani Tanrı, seçmek istedikleri mitolojik Simurg (Anka) kuşunu aramalarını anlatır. Son bölümünde, hayatta kalan kuşlar, Simurg’un aynayı andıran çehresindeki görüntülere bakarak, Simurg’un kendileri olduğunu anlarlar. Attar bu yapıtıyla, Tanrı’yı arayın kişinin bütün evreni dolaştıktan sonra da onu ancak kendi içinde bulabileceğini vurgulamak istemiştir.
ESERLERİ:
Musîbetnâme (Mesnevî türünde yazılmış olan eserde pek çok küçük öykü anlatılır. Tarîkatnâme adıyla Türkçeye çevrilmiştir.), Esrârnâme (Tasavvuf hakkında olan bu eser, Türkçeye çevrilmiştir, Türkçe 2. Bas. 2013), Mantık-ut-Tayr ve Makâmât-ı Tuyûr (1944-45 yıllarında iki cilt olarak yayımlanmış tasavvufî bir eserdir. Konusu Ahmed-i Gazâlî'nin Risâlet-üt-Tayr'ından alınmıştır., Türkçe yeni basımı 2005 ), Muhtârnâme (Konulara göre düzenlenmiş bir rubâiler toplamıdır. İkinci Selîm zamânında Türkçeye çevrilmiştir.), Cevher-üz-Zât (Allah’tan başka her şeyin geçici olduğunu konu alan bir eserdir.), Üştürnâme, Bülbülnâme, Bisernâme, Haydarnâme, Deryânâme, Leylâ ve Mecnûn, Mahmûd-u Ayaz, Mahzen-ül-Esrâr, Mazhâr-üs-Sıfât, Miftâh-ül-Fütûh, Vuslâtnâme, İrşâd-ı Beyân, Velednâme, Hırâdnâme, Hayâtnâme, Şifâ-ül-Kulûb, Uşşaknâme, Kenz-ül-Esrâr, Kenz-ül-Hakâik, Mazhar-ül-Âsâr, Mîracnâme, Misbahnâme, Hüdhüdnâme, Mahfinâme, Kemâlnâme, Tercümet-ül-Ehâdîs, Zühdnâme, Karıncanın Aşkı - İlahiname'den Şeçme Hikayeler (2009), Tezkiret-ül-Evliyâ (Velilerin biyografileri, menkıbeleri ve veciz sözlerini derlemiştir. Aslı Farsça olan bu eser, Süleyman Uludağ tarafından 1985’te Türkçeye; ayrıca Fransızcaya, Arapçaya çeşitli defalar çevrilmiştir, yeni bas. 2012), Terceme-i Pendnâme-i Attar - Edirneli Emrî (M. Sait Mermut, 1993), Diyarbekirli Ahmet Mürşidî - Pendnâme (M. Sait Mermut, , 2012), Terceme-i Pendnâme-i Attar - Emre (Metin-Sadeleştirme - Tıpkıbasım, M. Sait Mermut, 2015).
Nişabur, İran'ın Rezevi Horasan ilinde şehir.
Meşhed yakınlarında, Binalud Dağı'nın güney eteklerinde verimli ve düz bir araziye yayılan şehir tarım ve ticaret yoluyla İran ekonomisine büyük katkı sağlar.
Tarihi boyunca Horasan bölgesinin kültür ve ticaret merkezi olarak bilinen, İpek Yolu üzerinde bulunan şehrin adı Bişapur gibi Sasani hükümdarı I. Şapur'dan gelmektedir. Bu dönemde altın devrini yaşayan şehir, Horasan bölgesinin Araplarca alınmasından sonra önemini yitirdi. Safeviler devrinde yine önemi artmaya başlayan şehir, Selçuklu sultanlarının ikamet yeri olmuştur. 1221 yılındaki Moğol saldırıları ve 1280 yılındaki büyük bir deprem sonrası şehir büyük yıkıma uğradı.
Ömer Hayyam ve Ferîdüddîn-i Attâr-i Neyşaburi iki önemli şair ve arif kişi bu şehirde yaşamışlardır.
İlk İslâmî devirde Ebreşehr (Eberşehr) ve Îranşehr adlarıyla da anılan (Yâkūt, V, 331) Nîşâbur (Nîşâpûr, Arapça Nîsâbur, Neysâbûr) Ortaçağ’da Horasan bölgesindeki dört büyük şehrin en önemlisiydi (diğerleri Merv, Herat ve Belh). Binâlûd dağının güneybatısında, denizden 1210 m. yükseklikte ve Tahran’ı Meşhed’e bağlayan yol üzerinde yer almaktadır. Şûrahrûd ve Dizbâd gibi akarsuların hayat verdiği şehrin çevresinde bakır, gümüş, demir ve çok zengin fîrûze ocakları bulunmaktadır. Nîşâbûr, bugün İran’ın Horasan idarî bölümünde pamuk ticaretinin ve sanayiinin merkezi olan, ayrıca halıcılık ve çömlekçilikte meşhur 231.379 nüfuslu bir şehirdir (2006). Orta Asya ve Hindistan’ı İran üzerinden batıya ve İran körfezini Hârizm üzerinden Volga boylarına bağlayan tarihî doğu-batı ve güney-kuzey ticaret yolları üzerinde kurulan şehirle ilgili efsane ve rivayetlere göre Nîşâbur adı Pehlevîce “nev-Şâpûr” (yeni ve güzel Şâpûr) kelimesine bağlanmakta ve kuruluşu I. Şâpûr’a (241-272) veya II. Şâpûr’a (309-379) dayandırılmaktadır (Taberî, II, 58; Yâkūt, V, 331).
Nişabur İran'ın önde gelen turistik şehirlerinden biri olarak yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktalarından biridir.
yorumunuz