İRNA Haber Ajansı Türkçe Servisi olarak Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Muhsin Habibi’ye “İran Lübnan Hizbullahı’nı desteklemekten vaz mı geçti?” sorusunu yönelttik.
Tahran Allame Tabatabayi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Muhsin Habibi bu ve benzeri sorulara dair şu değerlendirmelerde bulundu:
Lübnan’da çağrı cihazlarının patlaması, ardından Beyrut ve Dahiye’ye yapılan hava saldırıları ve en son Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehit edilmesinin ardından bazı sorular gündeme getirilmişti. İran İslam Cumhuriyeti’nin Siyonist İsrail rejimine 1 Ekim 2024 tarihinde gerçekleştirmiş olduğu başarılı füze saldırısı, aslında İsrail kara propagandası olan bu tarz soruları etkisiz hale getirmiş olsa da, bu konuları en çok gündeme getirilen sorularla birlikte incelemenin faydalı olacağını düşünüyorum.
İran İslam Cumhuriyeti’nin kendi topraklarından ikinci kez İsrail’e doğrudan saldırmadan önce sık sık gündeme getirilen bu sorulardan biri de “İran Hizbullah’ı yalnız mı bıraktı?” sorusuydu.
Her şeyden evvel İsrail propagandası olan ve bazı basın ve medya çevreleri tarafından gündeme getirilen bu iddianın mevcut gerçeklerle örtüşen hiçbir yanı olmayan komik bir iddia olduğunu belirtmem gerekir.
İran yıllardır bölgede, küresel emperyalizm ve Siyonizm’e karşı direniş cepheleri oluşturmak için yoğun bir çaba sarf etmiştir. Bugün Lübnan, Irak, Suriye, Yemen ve Filistin’de gördüğümüz direniş yapıları bu çabaların birer sonucudur.
Tabii direnişin ilkesinin söz konusu ülkelerle sınırlı kalmadığını, İslam Devrimi’nin küresel ilkelerini benimsemiş bir çok kişinin başta Afganistan, Hindistan, Pakistan, birçok Afrika ve Latin Amerika ülkesinde de bulunduğunu hatırlatmakta fayda var. Ayrıca söz konusu ülkelerin dışında İslam İnkılabı taraftarı olan çok sayıda insan diğer ülkelerde de bulunmaktadır. Bu insanlar farklı milletlerden, farklı mezheplerden bazı ülkelerde ise İslam dışında başka dinlere mensup olan kişilerden oluşmaktadır.
ABD ve İsrail’in Nihai Hedefi İran’dır
Soğuk bir akılla meseleyi ele aldığımızda bile İran’ın yıllarca yoğun çabalar sarf ederek, şehit vererek, ekonomik, politik ve askeri baskılara maruz kalarak yapılandırılması için koşulsuz şartsız destek verdiği direniş güçlerini yalnız bırakmasının hiçbir açıklaması olabilir mi? Başta ABD olmak üzere İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin de içinde bulunduğu küresel emperyalizm ve şeytani savaş araçları olan İsrail rejimi’nin son hedefinde İran olduğunu herkes çok iyi biliyor.
Ayrıca Okumanızı Tavsiye Ederiz:
İran Nükleer Silahı Olan İsrail'i Vurmaktan Geri Durmadı
Artık yıllardır bunu kendileri de açıkça her yerde dile getiriyorlar. Böylesi bir tabloyla karşı karşıyayken İran’ın direnişi desteklemekten geri adım atması çok komik olmaz mı? İran’ı bilenler, İslam İnkılabını tanıyanlar, direniş çizgisinin ne olduğunu anlayanlar zaten bu tarz iddiaların saçmalığına vakıftır.
Savaş cephesinde farklı zamanlarda farklı taktikler kullanılabilir. Hiçbir savaş taktiği üzerinden savaş cephesindeki tarafların ana çizgilerinde bir değişim söz konusu olduğu iddia edilmez. İran Hizbullah’ı yalnız bırakacak olsaydı bunca askeri generalini ve subayını şehit vermezdi. Bu arada İranlı General, Şehit Nilfuruşan’ın da Seyyid Hasan Nasrallah ile birlikte şehit edildiğini hatırlatmakta fayda var.
İran Neden İsmail Heniyye’nin Şehadetinden Sonra Hemen Saldırmadı?
İranlı stratejistler ve ülkenin Ulusal Güvenlik Konseyi farklı zaman dilimlerinde farklı kararlar verebilir. Doğal olarak bu kararlar bölge başta olmak üzere dünya çapında yaşanan gelişmeleri ve mevcut koşulları göz önünde bulundurarak gerçekleşir. Ayrıca belirttiğim üzere savaşta farklı askeri taktiklerin de uygulandığını göz ardı etmemek gerekir. Bazıları gerçek savaşları, bilgisayar oyunu gibi görüyor. Soyut bir şekilde, hızlı bir biçimde, diğer etkenleri göz önünde bulundurmadan saldırıların gerçekleşmesini bekliyor.
Değerli şehidimiz İsmail Heniyye örneğini ele alacak olursak, hatırlarsanız söz konusu süreçte Hamas ve İsrail arasında ateşkes müzakereleri gerçekleşiyordu. Hatta bazıları İsrail ve ABD’nin barışın sağlanmasını istediğini bile sanıyordu. Bu koşullarda İran İslam Cumhuriyeti’nin doğrudan harekete geçerek saldırı düzenlemesi birçok açıdan dünya kamuoyu nezdinde olumsuz karşılanacaktı. İran başta olmak üzere Direniş Eksenine karşı geniş çaplı bir kara propaganda yürütüldüğünü, bazı Müslüman ülkelerde bile söz konusu medyatik algı operasyonunun çok uzun süredir devam ettiğini unutmamak gerekir.
İran söz konusu süreçte saldırmak durumunda olsaydı emin olun Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı Müslüman ülkelerdeki küresel emperyalizmin medya kolları İran’ı Gazze’de barışın sağlanması karşısındaki en büyük engel olarak tanıtmaya çalışacaktı.
İran İslam Cumhuriyeti’nin Siyonist İsrail rejimine karşı gerçekleştirdiği ilk füze saldırısında da çoğu kişi İran’ı birbiriyle çelişen farklı gerekçelerle suçlamaya çalışmıştı. İran’ın yıllardır askeri alan başta olmak üzere Filistinlilere farklı yönlerden doğrudan destek olan tek ülke olduğunu bilmeyen yok.
İran farklı bedeller ödeyerek Filistin halkını, Filistin’in meşru direnişini hep desteklemeye devam etmiştir.
İran’a karşı mezhepsel propaganda yürütenler bu gerçeği görmezden gelmeye çalışır. Hamas ve diğer Filistinli direniş gruplarının bildirilerinin sansür edilmeden farklı ülkelerde yayınlanması bile tek başına İsrail’e hizmet eden bu tarz kara propagandaların tamamen ortadan kalkması için yeterli olacaktır. İsrail, Müslüman toplumları hedef alabilmek için her ülkede farklı bir programı, farklı bir söylemi takip eder.
Şehit Heniyye’nin şehadetinden sonra da İran’ın aceleci bir saldırı gerçekleştirmesi durumunda, Gazze ateşkesi karşısındaki en büyük engel olduğu propagandasını devreye sokarak İran’ı Müslüman ülkelerin kamuoyunda zor bir duruma düşürmeyi hedefliyorlardı.
Ancak İran’ın 1 ekim 2024 tarihinde “Gerçek Vaat 2” adlı operasyonunda Siyonist İsrail rejimine karşı düzenlediği füze saldırısı farklı koşullarda gerçekleşti.
Öncelikle dünya kamuoyu İsrail’in tasmasını elinde bulunduran ABD’nin bölgede barış peşinde olmadığını bir kez daha görmüş oldu. İsrail herkesin gözü önünde bu sefer Lübnan’da savaş suçları işlemeye başladı.
Bu ülkede çağrı cihazlarına patlayıcı madde yerleştirerek katliam yaptı. Şehitler ve yaralıların arasında birçok çocuk da bulunuyordu.
Çoğu sivil olan birçok kişi şehit oldu. Böylesi bir saldırının kimyasal bomba kullanmakla nasıl bir farkı olabilir? Sivilleri askeri güçlerden ayırt etmeksizin kör bir saldırıydı bu.
Tabii medya imparatorluklarının yine dünya kamuoyunu gerçeklerden saptırmaya çalıştığı doğru ancak artık eskisi kadar başarılı olamıyorlar. İnsanlarda bir uyanış yaşanmaktadır.
İsrail Hiçbir Yerde Barıştan Yana Değildir
Dolayısıyla İran’ın 1 Ekim tarihinde gerçekleştirmiş olduğu saldırı dünya kamuoyunda da gördüğünüz üzere oldukça olumlu karşılandı. İran daha erken davranmış olsaydı, batının medya gücü sayesinde şu an barışa engel olmakla suçlanıyor olacaktı. Herkesin İsrail rejiminin ne Filistin’de, ne Lübnan’da, ne Suriye’de ve ne herhangi bir ülkede barış yanlısı olmadığını görmeliydi. İsrail ve ABD barış söylemleriyle savaştaki hedeflerine ulaşabilmek için zaman kazanmaya çalışıyorlar.
Ayrıca Okumanızı Tavsiye Ederiz:
İran’ın İsrail’e Saldırısı Kimleri Sevindirdi
İran İslam Cumhuriyeti bütün bu koşulları göz önünde bulundurarak, ilkelerini mantıksal bir çerçevede takip edip doğru zamanda ve doğru yerde gerekeni yaptı. Yüzlerce füze Tel-Aviv’i hedef aldı, Siyonist katillerin kutlamaya hazırlandığı bayram, korku dolu bir yas merasimine döndü.
1 Ekim tarihinde İran’ın doğrudan Siyonist İsrail’e gerçekleştirmiş olduğu füze saldırısı, ilk saldırısı değildi, son saldırısı da olmayacağı açık.
İran’ın İsrail’e gerçekleştirmiş olduğu başarılı füze saldırıları birçok açıdan İsrail ve müttefiklerine ağır bir darbeydi. Bu büyük darbenin farklı açılardan ele alınması, detaylıca değerlendirilmesi gerekir. Fakat buradaki konumuz bundan farklı olduğundan bu meseleyi ele almayacağım.
Sonuç itibariyle İran İslam Cumhuriyeti’nin müttefikleri, İran’ın, dostlarını hiçbir koşulda yalnız bırakmayacağını, İslam İnkılabı değerlerinin bir araya getirmiş olduğu Direniş Cephesini sonuna kadar bütün koşullarda savunacağını çok iyi biliyor ancak bu gerçeği diğerleri de İsrail’in zamanla “yavaş yavaş” çöküşe doğru ilerlemesiyle birlikte daha iyi bir şekilde anlayacaktır.