İslam felsefesi genel özellikleri hakkında bir görüş sunmadan önce, kısaca felsefenin ne olduğuna ve “İslam felsefesi” kavramının tam olarak ne anlama geldiğine değinmek gerekir.
Felsefeye dair basit bir tanım sunmak adına şunu diyebiliriz:
“Felsefe belli aklî yöntemler ile varlık, tanrı, zaman, mekan, hareket ve buna benzer temel konuları inceleyen bir bilim dalıdır.”
Genellikle felsefe tarihi kitaplarında başlangıç durağı olarak ele alınan Yunan’da felsefe, her şeye dair mitolojik açıklamaların hakim olduğu bir döneme karşı başlamıştır. Platon ve Aristo Yunan felsefesinin yanı sıra tüm felsefe tarihinin en önemli iki filozofu olarak değerlendirilir.
Ayrıca Okumanızı Tavsiye Ederiz: İslam Felsefesi hakkında genel sorular ve cevapları
Felsefe düşünce geleneği, İslam topraklarında yaşayan Müslümanların ilgisini çekti ve felsefe kitapları Arapçaya tercüme edilmeye başlandı. Belli inançlara sahip olan Müslümanlar, zamanla kendi felsefi geleneklerini kurarak İslam felsefe düşüncesini kurmuş oldular. İslam felsefesinde farklı düşünce sistemleri ele alınır. Doğal olarak çoğu Müslüman filozof temel inançları olan İslam dini ile felsefe arasında güçlü bir bağlantı kurarak İslam’a dair akli yorumlar ve İslami temeller doğrultusunda argümanlar geliştirdi.
İslam filozoflarının batı filozoflarından farklı kendine özgü fikirleri, yenilikçi yaklaşımları ve eski filozofların görüşlerine dair farklı yorumları İslam felsefesini tamamen kendine özgü bir düşünce geleneği haline getirmiştir.
İslam Felsefesi Genel Özellikleri ve Temel Ekolleri
İslam felsefesi genel özelliklerini, bu felsefi geleneğin başlıca ekollerinde bulmak gerekir. İslam felsefesi tarihinde birçok ekol oluşmuştur ancak bunların arasında Meşşailik (Meşşaiye, Meşşâiyye), İşrakilik (İşrâkiyye) ve Hikmet-i Mütealiye (Aşkın Felsefe) olmak üzere üç temel ekol öne çıkmaktadır.
Söz konusu ekoller gerek yöntemleri, gerek temel prensipleri ve ana düşünce hatları açısından birbirinden bazı farklılıklar gösterir. Ayrıca bu üç ana ekolün arasında derin bir etkileşimin söz konusu olduğunu belirtmek gerekir.
İslami Felsefenin Akıl Odaklı Yol Haritası: Meşşailik
Günümüz dünyasında felsefenin çeşitli kolları, hem akademik dünyada hem de genel kültürde kendine özgü bir yer edinmiştir. İslami felsefenin önemli kollarından biri olan Meşşailik, akılcı bir yaklaşımı benimseyerek diğer İslami felsefe ekollerinden ayrılmaktadır. Bu bölümde İslam öncesi dönemden itibaren Aristoteles tarafından temelleri atılan ve sonrasında İslam dünyasında gelişim gösteren Meşşai felsefesinin temel prensiplerini ve İslam kültüründe nasıl yer edindiğini ele alacağız.
Meşşailik Felsefesi ve İslami Düşünce
Meşşailik, Aristoteles'in eserlerinin İslam dünyasına tercüme hareketi ile birlikte Müslüman düşünürler tarafından benimsenmiş ve İslam felsefesine entegre edilmiştir. Bu okulun önde gelen temsilcileri arasında Ebu Nasr el-Farabi ve İbn-i Sina gibi önemli isimler bulunmaktadır. İbn-i Sina, Meşşai felsefenin Müslüman dünyadaki öncü ismi olarak kabul edilirken, Nasiruddin Tusi ise bu felsefi akımın yeniden canlanmasına öncülük etmiştir.
Meşşai felsefenin İslam dünyasında bu kadar önemli bir yere sahip olmasının sebeplerinden biri, İslam kültürünün ve öğretilerinin bu felsefi yapı içerisinde işlenmesi ve geliştirilmesidir. İslami öğretilerin akıl ve mantık çerçevesinde yorumlanması, Meşşailik felsefesini diğer İslami felsefe okullarından ayıran en belirgin özelliktir.
Meşşailik Felsefesinin Temel İlkeleri
Meşşai felsefenin temel ilkeleri arasında varlıkla ilgili özgün düşünceler, on akıl, var olanların (mevcûtlar) zorunlu ve mümkün olarak ikiye ayrılması, ruhun ölümsüzlüğü ve varoluşun tabiatı gibi konular yer almaktadır. Ayrıca varlık ve mahiyetin ayrımı, zorunluluk ve imkan meseleleri, Tanrı'nın varlığının ve sıfatlarının ispatı, evrenin yaratılışı ve kozmolojik düzen, neden-sonuç ilişkileri gibi konular da Meşşai felsefenin incelediği meseleler arasındadır.
Ayrıca Okumanızı Tavsiye Ederiz: Farabi kimdir, İslam Felsefesinin Kurucusu Kim?
Bu felsefi okulun diğer İslami felsefe akımları olan İşrakilik ve Hikmet-i Mutaliye ile temel farkı, metodolojisinde yatar. Meşşailik yalnızca akıl ve rasyonel düşünceye dayanırken, İşrakilik sezgi ve ilhama, Hikmet-i Mutaliye ise ek olarak İrfan ve tasavvuf kaynaklarına da başvurur.
Işığın ve Sezginin Felsefesi: İşrakilik ve Şihabüddin Sühreverdi'nin Mirası
Felsefe, insan aklının sınırlarını zorlayan ve varoluşun temel sorularına cevap arayan bir disiplin olarak tarihin her döneminde kendini yeniden şekillendirmiştir. İslam dünyasında, bu arayışlar farklı felsefi akımların doğuşuna zemin hazırlamıştır. Bu akımlardan biri de, Şihabüddin Sühreverdi tarafından kurulan ve sezgi ile aydınlanma üzerine kurulu İşrakilik felsefesidir. İşrakilik, İslami felsefenin akıl odaklı Meşşailik geleneğine bir alternatif olarak doğmuş ve antik İran (persler), Yunan, Mısır, Hint ve Babil bilgelerinin etkilerini bünyesinde barındırmıştır. Yazının bu bölümünde, Sühreverdi'nin İslami felsefeye katkıları ve İşrakilik akımının özgün prensipleri üzerine bir ışık tutmaya çalışacağız.
İşrakilik Felsefesinin Kökenleri ve İlkeleri
Sühreverdi, İşrakilik felsefesinin kökenlerini antik çağın bilgelerine dayandırır. Ona göre bu bilgeler, ruhlarını bedenlerinden ayırarak sezgi yolundan üstün ilahi hikmetin bilgisine ulaşabiliyorlardı. Fakat bilgilerini sembolik ve alegorik bir dille ifade ettiklerinden, Sühreverdi kendi görevini bu eski bilgelik geleneğine geri dönmek ve onu rasyonel bir açıklamayla yeniden yorumlamak olarak görüyordu. Sühreverdi’ye göre gerçek bilgi (hikmet) her daim akıl (argüman yolu) ve sezgi yolunu birlikte içinde barındırıyordu ancak Antik Yunan döneminde bu ikili birbirinden ayrıldı ve akıl yolunda vurgu yapıldı. Sühreverdi İşrak felsefesinin bu iki hikmet türünü tekrar birleştirerek gerçek hikmetin yolunu açtığını iddia eder.
İslam felsefesi genel özelliklerinden olan varlık araştırması İşrakilik'te farklı bir terminoloji ve yaklaşım ile takip edilir. İşrakilik’te varlık ışık ve karanlık olarak iki temel kategoriye ayrılır. Sühreverdi’nin ışık felsefesi aslında onun ontolojisini yansıtmaktadır. Bu yönüyle çoğu düşünüre göre Sühreverdi felsefesinde varlık ve ışığı bir tutmanın bir sakıncası yoktur. İşrakilik’te Varlıklar, 'Nur-ül Envar' (Tanrı'nın Işığı) başta olmak üzere çeşitli mertebelere sahiptir ve bu mertebeler; kutsal akıllar, Platonik idealler, yönetici ışıklar ve karanlık maddeler şeklinde sıralanır.
İşrakilik ve Günümüz Düşünce Dünyası
Mirza Mehdi İlahi Kumşe’i gibi bazı araştırmacılar, Sühreverdi'nin felsefi çabalarını İslam felsefesi tarihi içinde pek de önemli bulmazken, felsefe ve tasavvuf (İrfan) uzmanı Seyyid Yedullah Yezdan Penah gibi isimler İşrakilik felsefesinin İslami felsefenin ilerlemesine katkıda bulunan özgün yönlerine işaret ederler. İşrakilik, bazı araştırmacılara göre Hermes’e kadar uzanır ve Sühreverdi'ye göre, bu bilgelik hem İranlılar arasında hem de Mısırlılar, Hintliler ve Yunanlılar arasında ortak olarak varlık bulmuştu. Ünlü İranlı filozof Şehit Murtaza Mutahhari'ye göre ise, İşrakilik felsefesinin baş mimarı olarak Platon kabul edilir.
İşrakilik, Meşşailik'in aksine, akıl ve mantık yoluyla elde edilen bilgiye ek olarak sezgi ve içsel aydınlanmayı da bilginin bir kaynağı olarak kabul eder. Sühreverdi, bu sezgisel yaklaşımla ezeli ve ebedi olan gerçek hikmeti tekrar canlandırmayı hedeflediğini söyler.
Molla Sadra'nın Aşkın Felsefesi: Hikmet-i Mütealiye
Felsefi düşüncenin engin denizinde, Molla Sadra'nın Hikmet-i Mütealiye'si, İslami felsefenin derinliklerine yeni bir boyut kazandırmıştır. Bunun yanı sıra İslam felsefesi genel özelliklerine daha derin bir renk vermiştir. Bu aşkın felsefe sistemi, akıl yürütme, nakli (vahiy temelli bilgiler) ve sezgisel bilgilere dayanarak kurulmuştur. Molla Sadra, felsefi konuları bu üç yöntemi temel alarak açıklamış ve yorumlamıştır. Yazının bu bölümünde, Molla Sadra'nın felsefesinin temel taşlarına ve onun İslami düşünce üzerindeki yenilikçi etkilerine odaklanacağız.
Hikmet-i Mütealiye'nin Temelleri
Molla Sadra, en önemli yazılı eseri olan "El-Hikmetü'l-Mütealiye fi'l-Asfar'ül-Akliyyetü'l-Arba'a"da Hikmet-i Mütealiye'den bahseder. Hikmet-i Mütealiye, Nasiruddin Tusi'ye göre, ilahi hikmet hazinelerinden alınan sırlar ve gerçeklerle dolu, aklın ötesinde bir bilgi ve farkındalık düzeyidir.
Hikmet-i Mütealiye'nin kaynakları arasında Kur’an-ı Kerim, hadis, kelam, tasavvuf ve eski felsefeler yer alır. Bu bilgi sistemi, Kuran ve tasavvuf bilgisi ile aklî bilginin bir kombinasyonunu temsil eder.
Aşkın Felsefenin Yenilikleri
Hikmet-i Mütealiye'nin yenilikleri iki ana alanda incelenebilir:
- Müslüman düşünürler arasında tartışmalı bazı konuları çözmek için yeni ve başarılı yollar sunması.
- Yeni meseleler ortaya koyması ve bu konularda teoriler geliştirmesi.
Varlık bilimine dayanan Hikmet-i Mütealiye'nin temel yenilikleri, varlık ve onunla ilgili meseleler etrafında döner. Diğer felsefi sistemler de varlık ve onun bilgisini temel alır, ancak Molla Sadra'nın sistematiğinde ilk kez varlığın bu geniş kapsamı ve olağanüstü kapsayıcılığına dair yeni sorular sorulmuş, bu yeni meselelerin ışığında çok eski tartışmalara ikna edici çözüm yolları getirilmiştir.
Molla Sadra'nın Asalet-i Varlık teorisi, önceki düşünürler gibi İbn-i Sina ve onun takipçilerinin de dile getirdiği bir konseptte yer alsa da, Hikmet-i Mütealiye'de bu konunun üzerinde farklı yaklaşımlarla durulması ve birçok felsefi ve kelami problemin çözümünde yol gösterici olması eşi benzeri görülmemiş bir yeniliktir. Bu doğrultuda Molla Sadra’nın Hareket-i Cevherî (Cevhersel Hareket) teorisinin önemine de değinmekte fayda var.
Hikmet-i Mütealiye, Hint felsefi akımlarında da açık bir etki göstermiştir. Örneğin, Şah Abdul Kadir Orenkabadi, Şah Abdul Aziz Dehlavi gibi isimler, Molla Sadra'nın çalışmalarını ve fikirlerini yorumlayarak, şerhler ve eleştiriler yazarak onun düşünce ekolünün yayılmasında ve tanıtılmasında önemli bir rol oynamışlardır. Ayrıca, Henri Corbin, Toshihiko Izutsu ve Seyyid Hüseyin Nasr gibi araştırmacıların çabaları sayesinde Molla Sadra ve ekolü Batılı ve diğer toplumlarda tanıtılmıştır. Bugün Arap ülkeleri, Türkiye, Endonezya ve Malezya gibi çeşitli İslam dünyası ülkelerinde, Hikmet-i Mütealiye ve Molla Sadra'nın eserlerine ilgi duyan geniş akademik çevreler bulunmaktadır.
İslam felsefesi genel özellikleriyle insanlık düşünce tarihinde göz ardı edilemez derin izler bırakmış felsefi bir gelenek olarak dünya genelinde birçok akademik çalışmanın konusu olmaya devam ediyor. Varlığını koruyan bu geleneği günümüz dünyasındaki temsilcileri geliştirmeye devam etmektedir.